Tarih sınavı. Hocamız soruları yazdırmış, sıra aralarında geziniyor. Sorular bana kolay gelmişti. Tüm sınıfla beraber soruları cevaplamaya başladık.
Şükran hocamız sıra aralarında birkaç tur attıktan sonra, “Çocuklar aferin sizlere. Ne güzel. Hepinizin kalemi ve silgisi var! Hepinizi tebrik ediyorum!”
Şükran hoca bizimle dalga mı geçiyordu? Biz öğrenciydik. Çantamızdaki kitap ve defterlerden başka, yazı yazmak için kalemlerimiz ve yanlış yaptığımızda silmek için silgilerimiz bizim tek sermayemizdi! Kitabımız yanımızda olmayabilirdi, fakat kalem ve silgisi olmayan öğrenci düşünülebilir mi? Hele de sınav anında…
Hocamız sıra aralarındaki turunu tamamladıkça kalem ve silgilerimizin tam olmasından dolayı bizi övmeye devam ediyordu.
Zannedersiniz ki, Şükran Hoca’nın tayini, yoklukların olduğu bir Afrika ülkesindeki okuldan bizim okula çıkmış… Öğrencilerin ayrılmaz parçaları olan kalem ve silgilerimizin varlığından dolayı bizlere övgüler yağdırıyordu.
Üçüncü övgüsünde anlamıştık ki, Şükran hocamız bizimle dalga geçmiyor. Gerçekten sınıftaki silgi sayısının öğrenci sayısına eşit olduğunu tespit etmişti ve bundan dolayı hocamızdan gerçek övgüler alıyorduk.
İçimizden iktisat okuyanlar bunu şu ekonomik gerçeklikle izah edebilir. Sistemdeki kalem ve silgi arzı, sınıfımızdaki toplam talebi yani öğrenci sayısı kadar bir talebi tam olarak karşılamıştı.
İstatistik okuyanlar ise eğilim (trend) analizi ve ilgileşim (korelasyon) katsayısıyla bunu açıklayabilirdi. Eğilim ile açıklayanlar kalem silgi sayısı ile öğrenci sayısı arasındaki eğilimin doğrusal olduğunu o günkü öğrenci sayısı ile kalem ve silgi sayılarının aynı olduğundan bahisle görebilecekti.
Diyelim ki o gün sınava birkaç öğrenci mazereti sebebiyle girememiş olsun. Eğilim analizine baktığımızda o birkaç kişi daha sınava girebilmiş olsaydı onların da kalem ve silgileri bu teoriye göre yanlarında olacaktı.
Eğer ki istatistikçi, kalem ve silgilerin sayısı ile öğrenci sayıları arasındaki ilgileşimi hesaplamış olsaydı aradaki ilişkinin 1 olduğuna yani kalem ve silgi sayısı ile öğrenci sayısı arasındaki ilgileşimin tam olduğuna hükmedecekti. Teorik olarak o sınıfta 1500 öğrenci sınava girseydi tam ilgileşim gereği sınıfta 1500 adet kalem ve silgi olacaktı.
Matematikçi gözüyle baktığımızda öğrenci limiti sonsuza giderken, kalem ve silgi sayısı da sonsuza doğru gidiyor olacaktı.
Konuyu sosyolojik açıdan ele aldığımızda, o gün o sınavda olan öğrenciler, öğrenci olduklarının farkındalardı. Kalemsiz ve silgisiz okula gelinmeyeceğinin, hadi okulu geçtik, sınava girilmeyeceğinin farkındalardı. Yani kalemim ve silgim var öyleyse öğrenciyim tezi 5 Fen B sayesinde hipotez aşamasını da geçerek teorik olarak da ispatlanmış bir kesinlikteydi.
Konuya psikolojik açıdan baktığımızda bu defa kalem-silgi-öğrenci bağlamından çıkıp, sorunu öğretmenimiz açısından ele almamız kaçınılmaz olacaktı. Hocamızın bu şaşkınlığının bir sonuca bağlanması ile Sigmund Freud’dan bu yana geliştirilen tüm psikolojik teorilerin çöpe atılması gerekecekti. Hatta Psikoloji öğretmenimizin büyük bir keyifle anlattığı Pavlovun köpeği deneyinin sonuçları bile o anda hükümsüz kalacak, zavallı köpeğin deney boyunca bir gıcırtı olacak da bir şey yiyeceğim diyerek aç kalması yanına kar kalacaktı.
Bilimin dışına çıkıp Trakyalı gözüyle olaya bile bakacak olsak “ne kaa ürenci, o kaa kalem-silgi” durumu vardı.
Velhasılı o günlerde Guinness’ten haberimiz olsaydı, bir sınıfta aynı anda en fazla kalem ve silginin bulunduğunun tespiti için müracaat eder, rekorlar kitabına adımızı yazdırabilirdik.
Kısacası bütün bilim dallarına ve Trakyalılara göre olağan görülen bir davranış biçimi, Şükran Hocamıza göre OHAL durumundaydı.
İnanın abartı yok işin içinde. Şükran Hocamızdan aldığımız övgü o gün için de sınırlı değildi. Birkaç gün sonraki ilk dersimizde bu övgüsünü sürdürmüş ve bize bundan dolayı da bir sürpriz yapmıştı.
Yazılılarımızı okumuştu. Cevaplardan zaten çok memnun kalmış. Üstelik kalem ve silgi sosyolojik gerçekliğinden dolayı da notlarımızı ikramiyeli olarak vermişti.
Sadece bunun için sonuçları okumadan önce 10 dakika nutuk atmış, ikramiyeli nottan 3-4 kere söz etmişti.
Dedim ya sınavım iyi geçmişti. Aslında 10 üzerinden 9 bekliyordum. Hadi hoca biraz not kırsın 8 olsun. 7 mi? Mümkün değil. 6’yı hiç düşünmüyordum zaten.
Hocamızın ikramiyeli notunu duyunca… Beklediğim 9’a tam ikramiye değil, tesellisi bile vursa notum kesin 10. J
Sıradan okumaya başladı. Okurken de övmeye devam ediyor. Aferin evladım cevaplarını beğendim. Ben de ikramiyeli not verdim. 6 aldın. Hımmm, demek ki bu arkadaşımız 4 ya da 5’lik kâğıt vermiş olmalı ki Şükran hocamız bunu ikramiye ile 6 yaptı. Fakat o arkadaşımız söyleniyor; “ama hocam…”
Görüyor musun, hocamız hem ikramiyeli not veriyor hem de hocamıza laf ediyor. Saygısız!
Sınıfın en çalışkanları dediğimiz arkadaşlarımızın bile ikramiyeli notu 8. Fakat ben hala ümitliyim. 9’dan 10. Sınıfta o ana kadar okunan notların en yükseğini ben alacağım ya…
Sıra bana geldi. Notum okunduktan sonra sınıftan ooooo diye bir sesin yükseleceğini bekliyorum. Şükran Hocam notumu okudu. Şaşkınlıktan sınıftan nasıl bir sesin yükseldiğini fark edemedim fakat kesinlikle ooooo diye bir ses çıkmadığından eminim.
Belki de hiçbir ses çıkmamıştır da ben ooooo gibi bir ses beklentisine girdiğim için sanki sınıftan oooo değilse de başka bir ses çıktı gibi algıladım. Algıladığım o sesin sınıftan değil de “ama hocam” diyerek benden çıktığını birkaç saniye sonra kendime geldiğimde anladım.
Çok şükür ki ikramiyeli notum 5 değildi. Ben de 6 almıştım.