AB’ye gireceğiz ya… Giriş için 40’a yakın başlık var. AB giriş sürecinde dikkatinizi çekmiştir. Başlıklar açılır, gereği yapılmışa kapatılır, yapılmamışsa gereği yapılana kadar açık kalır. Kapanana kadar da AB’ye giremezsiniz.
Bu başlıklardan biri de AB Çevre Müktesebatının Uyumlaştırılması kapsamında hava kalitesi ile ilgili olanı.
Hava Kalitesi başlığının açılışının kapanışı.
O ne biçim şey yaaa!
Şöyle; AB’ye girişte bir başlığın açılması için önce bir hazırlık yapmanız gerekiyor. Tabi bu hazırlığın bir açılışı yapılmış olmalı. Bunun açılışı zamanın behrinde yapılmıştır. Açılışı yapılan Hava Kalitesinde hangi yol ve yöntemlerin belirleneceği ortaya konmuş. İşte bu ortaya konmanın açılışının kapanışı.
Kapandıktan sonra asıl başlık açılmış oluyor ve 2016’ya kadar, Türkiye’nin bu konudaki tüm tedbirlerini alması gerekiyor. İşte o tarihte bu başlık tamamen kapanacak ve dersi geçmiş olacaksınız.
Uff. Bu ne biçim prosedür böyle!…
Bu konu çalıştığım kurumu ne kadar ilgilendiriyordu bilmiyorum, fakat görev yaptığım kuruma bir yazı gelmiş bu konuda bir personelin yapılacak olan toplantıya katılması istenmişti. Kurum yöneticileri de bu konunun çalıştığım kurumu ilgilendirmediğini anladıklarından olsa gerek, toplantıya benim gitmemi istediler. Çünkü kurumda işe yaramayan kişi bendim (!).
Velhasıl belirtilen saatten 15 dakika önce toplantının yapılacağı yerdeydim. Toplantı yeri Söğütözü’ndeki park alanı içinde şirin bir yerdi. İçeri girdim. Daha girer girmez acaba yanlış yere mi geldim diye düşündüm. Çünkü burada bir toplantı yapılacağına dair hiçbir emare yoktu.
Biraz daha ilerleyip kıyı köşe dönünce “neyse dedim, şurada insanlar var, demek ki toplantı burada” diye rahatladım. Fakat bu insanlar -3 kişi kadardı hatırladığım kadarıyla- Türk’e benzemiyordu. Sanki Alman’a benziyordu.
Salonun giriş kapısı civarında sakince bekliyorlardı. Salona girdim, bir boş sandalyeye oturdum. 14.00’e doğru yavaş yavaş salon dolmaya başladı.
Saat 14.00 olduğunda –toplantı başlama saat 14.00 idi- dinleyiciler yerini almıştı. Toplantı bir türlü başlamıyordu. Alman diye tahmin ettiğim kişiler kürsü civarına geliyorlar, kendi aralarında konuşuyorlar, arada bir saatlerine bakıyorlardı. Meğerse bu başlık AB ülkelerinden Almanya ile ortak yürütülen başlıkmış.
10 dakika kadar bir zaman geçtikten sonra kürsüye çıkan görevli, toplantının neden geciktiğini haber veriyordu. Müsteşar Bey’in önceki toplantısı (!) uzamıştı ve yoldaydı.
Neyse ki biraz sonra geldi. Not defterimin üzerine Müsteşarın kürsüde konuşmaya başlama saatini not aldım. 14:15’i geçmişti.
Hani dedik ya, bu konunun çalıştığım kurumla hiç ilgisi yoktu diye. O sebeple Sayın Müsteşarın konuşmalarının hiçbiri aklımda kalmamıştı. Sadece şunları hatırlıyorum.
“Hava kalitesi konusu iyi bir şeydir. Hava kalitesini belli seviyede tutturulması için şunu şöyle yapMALISINIZ, bunu böyle yapMALISINIZ.”
Tamam! Topluluğa doğru konuşuyor ama arada bir göz göze de geliyormuş gibi oluyoruz ve bu işin muhataplarından biri de benmişim gibi bir kanıya kapılıyorum.
Öyle ki, eğer tüm başlıkları başarı ile geçip, sadece Hava Kalitesi konusunda bir pürüz çıkar da AB’ye giremezsek, bundan kendimi sorumlu tutacak kadar bir hisse kapılıyorum.
Çünkü ilgili bakanlığın en tepesindeki memur –malısınız, -melisiniz tarzında gereklilik kipinde fakat adeta beni muhatap alır şeklinde bir konuşma yapıyor. Ben bekliyordum ki “Bizzzz AB Müktesebatınıııın Çevre konusundakiiiii Hava Kalitesi konusundaaaa şunları yaptııııık, bunları da yapacağııııız” şeklinde bir nutuk çekecek.
O zaman vardığım bir başka kanı da şu oldu: Türkiye’nin 31 Temmuz 1959’da Avrupa Ekonomik Topluluğu’na yaptığı ortaklık başvurusu ile başladığı tarih göz önüne alındığında toplantının yapıldığı tarihte yaklaşık sittin (altmış) sene AB’ye girememişiz, bu durumda bir sittin sene daha giremeyiz.
Arada, bir bizimkiler bu bağlamda ne yaptıklarını anlattılar, bir Almanlar… Tabi hepsi teknik konu olduğu için konuşmaların hiçbiri aklımda kalmadı.
Sadece bizimkilerden bir bayanın konuşması kısmen aklımda kaldı. O da konuyu teknik yönüyle ele almaktan daha çok, bu çalışmalar yapılırken Almanya’da ve Türkiye’de ekip olarak nasıl çalıştıklarını fotoğrafları ile anlatmıştı. Fotoğraf dediysem çalışma anındaki fotoğraflar değil. Mesela Almanya’daki bir tesisin önünde çekilmiş hatıra fotoğrafı. Hani 10 kişinin 5’i ayakta durur da 5’i oturur ya, öyle bir şey.
Hatırladığım bir kare de şuydu: Ekip olarak çalışırken, çalıştıkları ortamda ısıtma tertibatının bozulması sebebiyle battaniyelere sarılarak yaptıkları çalışma ortamında(!) çekilmiş olan fotoğraftı. O fotoğrafı da şu şekilde ballandıra ballandıra anlatmıştı: Çalıştıkları ortam soğukmuş da, kalorifer yanmıyormuş da, üşümüşler de o yüzden battaniyeye sarınmışlar…
Birkaç ayrıntı da şu şekildeydi: Almanya’da kalınan otel, otelden tesislere gidiş, yenilen yemekler vs. Ha bir de Disneland’da Roller Coaster (hız treni)’da çekilmiş fotoğraflar hatırlıyorum.
Konuşmasını “çok zevkli (eminim) ve çok faydalı (sanmıyorum) bir çalışma yaptıklarını, bu işin sürekliliği için sizlerin de (bizzat benim de içinde bulunduğum topluluğu kastediyor) şehirlerde kurulacak hava kirliliğini ölçen cihazları iyi öğrenip, oradan alınacak bilgilere göre tedbir almanız gerekmektedir” gibi sözlerle konuşmasın bitirdi.
Son konuşmacı Alman idi. Konuşmasına şöyle başladı:
“Sizlere yapılan çalışmalar hakkında bilgi vermeyeceğim. Niçin burada bulunduğumuzu zaten biliyorsunuz. Benden önceki arkadaşlarım teknik bilgileri de aktardı.”
Yaşı, Türk ortaklarına göre epey ileride olan Alman’ın canı bir şeye sıkılmış gibi konuşuyordu. Sesinde bir bıkkınlık seziliyordu. Sanırım o da bizim AB maceramız üzerinden sittin sene geçtiğini ve bu gidişle bir sittin sene daha beklememiz gerektiğini anlamıştı. Devam edelim.
“Peki ne anlatacağım? Ben Türkiye’ye gelişlerimi anlatayım. Son 3 yılda Almanya’da bulunduğum vakitten daha çok Türkiye’de bulundum. Ankara’ya her gelişimde gördüğüm şey, havanın biraz daha kirlendiğini görmek oldu.
Evet Türkiye’de Almanya’da bulunduğumdan daha çok bulundum. Hatta eşimle Almanya’da görüşemediğimiz için, Türkiye’ye çağırdım. Burada buluştuk.”
Yaptığı espri, ya çevirenin espri olgusuna yeterli vurguyu yapamamasından ya da çeviri acaba yanlış mı yapıldı diye düşünüldüğünden güme gitti. Güzel bir espriydi fakat gülen olmadı.
“O gün kaldığımız otelden eşimle birlikte çıktık. Güvenpark civarına geldiğimizde bir gariplik olduğunu fark ettik. Bir kalabalık vardı. Kalabalığa yaklaştık. Kalabalık bir müzik eşliğinde oynayan çocukları seyrediyordu. O anda sizin başbakanınız ile burun buruna, hayır hayır Meclis Başkanınızla burun buruna geldik. Bir an göz göze de karşılaştık. Düşünebiliyor musunuz, ülkenizden uzakta bir yerde gezmeye çıkıyorsunuz ve Meclis Başkanı ile karşılaşıyorsunuz. Meğerse o gün sizin meclisinizin kuruluş yıldönümü imiş.
Biraz seyrettikten sonra oradan ayrıldık. Çok methini duyduğumuz Anadolu Medeniyetleri müzesine gitmek istedik. Oraya nasıl gideceğimizi öğrenmek için eşim çantasından bir Ankara haritasını tam çıkarmıştı ki birden etrafımızda birkaç kişi birden nereye gitmek istediğimizi sordu.
Gideceğimiz yeri bize tarif ettiler. O zaman anladık ki, Türkiye’de bir yere gitmek istiyorsanız bir haritaya ihtiyacınız yok. Size gideceğiniz yeri tarif etmek için hazır bekleyen her zaman birkaç kişiyi bulmanız mümkün olmaktadır.
Son olarak Anıtkabir’e gitmek istedik. Anıtkabir’e gittik. Atatürk’ün başında saygı duruşunda bulunduk.
Yıllardır ‘Almanya’nın herşeyi var fakat yine de bir şeyin eksik olduğu gibi bir his içindeydim.
Anıtkabir’de anladım ki Almanya’nın eksiği ATATÜRK imiş.”
Hava kalitesi toplantısından bana kalan bu muhteşem konuşma oldu.
Not: 2016’da tamamlanması gereken hava kalitesi uygulamalarından en önemlilerinden biri, fabrikaların bacalarına filtre takılmasıydı. 2019 yılı sonundaki bir kanunla sürenin 2,5 yıl daha uzatılması kararı Mecliste kabul görmüş, fakat Cumhurbaşkanının vetosuyla bu madde kanun metninden çıkarılmış oldu.