Lise birinci sınıfta, resim dersine, standart öğretmenlerden farklı bir kişi geldi. Farklıydı, çünkü tanıştığımız ilk dakikadan itibaren bize bir öğretmen gibi değil bir arkadaş gibi davranmaya başlamıştı.
İlk geldiğinde bize kendisini şöyle tanıtmıştı.
Ben Sabri AKÇA. Ben resimci değilim. Koridorda öğrenciler öğretmenleri görünce matematikçi geliyor, resimci geliyor diyorlar. Ben sizin resim dersinize geleceğim, ama ben resim öğretmeni de değilim. Ben SANATÇI’yım. Ben size resim sanatını öğreteceğim.
Evet karşımızda sadece bir öğretmen, bir arkadaş değil, bir de sanatçı duruyordu. Sabri hocamın sanatçılığını ilerleyen derslerde kavramamız hiç de zor olmamıştı.
Size bir resim yapacağım, hiç bir şey anlayamayacaksınız. Ama geriden bakınca hayret edeceksiniz demişti.
Konumuz, ıslak bir resim kağıdına, fırça ile mürekkep darbeleri kondurarak kompozisyon oluşturmaktı. Resim dersi seçmeli olduğu için 10-12 kişilik mevcudumuz vardı. Bu kadar öğrenciyi başına toplayarak işleme başladı.
Bir tabaka resim kağıdını suyla ıslattı. Mürekkep şişesine fırçasını daldırdı ve fırçayı ıslak resim kağıdına rastgele küçük darbelerle vurmaya başladı. Fırça darbeleri kağıda değdikçe, fırça darbelerini vuran hocamızın yönlendirmesine fırsat vermeden mürekkepler, ıslak zeminde bir o yana bir bu yana yayılıyor, manasız şekiller ortaya çıkıyordu. 30 saniyeyi bulmayan bir zaman diliminde resim bitmişti. Tabi buna resim denirse.
Bizi sınıfın en arkasına gönderdi ve “Dönün” diyene kadar yüzümüzün duvara bakmasını istedi. Yaptığı ve hiç bir şeye benzetemediğimiz resmi tahtaya yapıştırdı. Dönün emri gelince, tahtaya doğru döndük ve hiç birimiz buna inanamadık.
Tahtada muazzam bir sanat eseri durmaktaydı. Fırça darbeleri kağıda değdikçe, fırça darbelerini vuran hocamızın yönlendirmesine fırsat vermeden mürekkepler, ıslak zeminde bir o yana bir bu yana yayılıyor, zannetmekle hata etmişiz. Meğer ıslak zeminde bile olsa, mürekkep damlaları sanatçı hocamızın yönlendirmelerinin dışına çıkmamış, hepsi bir araya geldiğinde manasız lekeler, kağıt üzerinde, bir hareket kazanmıştı.
Manzara şuydu.
Rüzgarlı bir sonbahar günü caddede mantolu bir bayan, başını rüzgardan sakınırcasına öne eğmiş, mantosunun yakalarını kaldırmış. Cadde üzerindeki bir ağaç, rüzgarın estiği tarafa eğilmiş, havada sonbaharın en bariz özelliği olan yapraklar uçuşmakta…. Lekeler bu kadar net ve temiz. Tabi tüm bu manzara mürekkebin maviliğinde ve mavinin tüm tonlarında kağıda aksetmişti.
Teşekkürler Sanatçı Sabri Hocam.

NOT: Belki 30 yıl sonra Sabri AKÇA hocamın Ankara’daki atölyesinde ziyaretine gitmiştim. Hayat hikayesini liseli yıllarımızda bilmiyorduk. Anne özlemiyle yanıp tutuşan Sabri hocamızın her bir eserinin içinde bir kadın figürü olan suluboya resimlerini hayranlıkla izlerken, resimlerine yansıttğı kadın figürlerinin annesine olan özleminin yansıması olduğunu o tarihlerde öğrenmiştim.